Suskunlar, İhsan Oktay Anar’ın okuduğum ikinci
kitabı. İlk olarak, Puslu Kıtalar Atlası’nı
okumuş ve Osmanlı’da geçen bu fantastik romanı çok beğenmiştim. İhsan Oktay Anar’ın
şahsına münhasır bir dili var. Eski Türkçeyi de sık kullanıyor. Bazı bloglarda bununla ilgili eleştiriler
okumuştum, ancak bana kalırsa, yazarın dili ve uslubü, anlattığı konu, mekân ve
zaman ile cuk oturuyor; öyle ki bu dil ve üslup, sizin bu masalsı diyara
kolaylık ile dalmanızı sağlıyor.
Puslu Kıtalar Atlası’nda olduğu gibi, Suskunlar
da, yazarın deyimiyle Konstantiniye de geçiyor. Bu fantastik romanın başrolünde
ise musiki var.
Roman, sırasıyla Yegah, Dügah ve Segah olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. İl
bölümde, müzisyen hayalet Kanuni Asım, Cüce Efendi, Cimri köszen Musa (mehterandaki
kös isimli büyük davul çalan kişi) ve torunu udi Davut’un yanı sıra, bir çok
yan karekterle de tanışıyor; hepsinin ilginç öykülerini okuyarak onlar hakkında
az çok fikir sahibi oluyoruz. Bu bölümde, musikiye aşık ama aynı zamanda cesur
ve atik olan Davut’un Neva adında bir güzele tutuluyor, ancak güzelimize
musallat olmuş bir de hayaletimiz var.
İkinci bölüm olan Dügahta ise, Davut’un ikizi
olan sessiz sedasız mülayim Eflatun’un, kendisinden başka kimsenin duyamadığı
bir ıslığı duymaya başlamasıyla yüzüne nur inerek iç huzuru bulması ve bu
ıslığın peşinde, yolunun Mevlevihane’ye çıkması anlatılıyor.
Burada kitaptan çok hoşuma giden bir sözü
alıntılamak istiyorum;
“Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'gel'
dememiz değil, ayrıca onların sana 'Git' demeleri. Hiç kimseye 'kötüdür' deme. Aslında
onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.”
Yazar özellikle bu bölümde, resmen sizi bir
İstanbul turuna çıkarıyor. Öyle güzel betimlemeler yapıyor ki, sanki siz de
Eflatun’un yanında dolaşıyorsunuz. Özellikle bu bölüm insanda, yazarın İstanbul’un
kent tarihi hakkında fazlası ile bilgisi olduğu izlenimini bırakıyor.
Üçüncü ve son bölüm olan Segah’ta ise, kelimenin tam anlamıyla
işler çığırından çıkıyor. Hayalet mi dersiniz, çalgıcıları öldüren seri katil
mi, tağut mu yoksa peygamber olduğunu iddia ediyor diye linç edilen ney ustası
mı? Ne ararsanız var anlayacağınız. Şimdi tüm bunların bir biri ile bağlantısı
ile ne diyebilirsiniz. İşte o da kitabın gizemi ve güzel yanı. Çünkü son bölüme
kadar kafanıza oluşan ve birbiri ile bağlantılarını çözemediğiniz karakter yâda
olayların hepsi, Segah’ta cevap buluyor.
Kitapta çok fazla karakter var ancak, bana kalırsa yazar ustalıkla hepsini
birbirine bağlamayı çok güzel becermiş.
Başta da, söylediğim gibi, kitabın baş rolünde aslında musiki
var. Kimisi musikiye düşman, kimisi aşık, kimisi aşkı onda bulmuş. Ve tüm
bunların hepsi, Osmanlı İstanbul’unda geçen bu fantastik ve mistik hikayede çok
güzel yer bulmuş.
İyi Okumalar * * * *
Kitap
hakkında açık olmayan ipucu içerir, ona göre okuyun yada okumayın :)
Kitap ile ilgili son söyleyeceğim şey, kitabı okurken muhakkakı
sizde bazı simgelemeleri fark edeceksiniz. Çünkü bazıları çok açık, bazılarını
ise benim gibi okurken kaçırabilirsiniz. Mesela Eflatun’un İstanbul
sokaklarında dolaşırken karşılaştığı insanlara dikkat etmek gerekebilir. Bu
yedi karakterin hepsi “bir şeyi” temsil
ediyormuş. –muş diyorum çünkü ben okurken fark edemedim, fark edip paylaşanlardan
okudum. Aslında yazar, tek bir konuyu ve onunla doğrudan ilgili şeyleri
simgelemiş. Bu nedenle, kitaptaki her bir karekterin de bir şeyin simgesi
olduğunu varsaymanın da çok zorlama olduğunu düşünüyorum, hatta bu nedenle kendi
inançları yada ideolojileri nedeniyle çok saçma varsayımlar çıkaran insanların
yorumlarını da okudum.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder