7 Temmuz 2015 Salı

Suskunlar (İhsan Oktay Anar)

Suskunlar, İhsan Oktay Anar’ın okuduğum ikinci kitabı.  İlk olarak, Puslu Kıtalar Atlası’nı okumuş ve Osmanlı’da geçen bu fantastik romanı çok beğenmiştim. İhsan Oktay Anar’ın şahsına münhasır bir dili var. Eski Türkçeyi de sık kullanıyor.  Bazı bloglarda bununla ilgili eleştiriler okumuştum, ancak bana kalırsa, yazarın dili ve uslubü, anlattığı konu, mekân ve zaman ile cuk oturuyor; öyle ki bu dil ve üslup, sizin bu masalsı diyara kolaylık ile dalmanızı sağlıyor.
Puslu Kıtalar Atlası’nda olduğu gibi, Suskunlar da, yazarın deyimiyle Konstantiniye de geçiyor. Bu fantastik romanın başrolünde ise musiki var.

Roman, sırasıyla Yegah, Dügah ve Segah olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. İl bölümde, müzisyen hayalet Kanuni Asım, Cüce Efendi, Cimri köszen Musa (mehterandaki kös isimli büyük davul çalan kişi) ve torunu udi Davut’un yanı sıra, bir çok yan karekterle de tanışıyor; hepsinin ilginç öykülerini okuyarak onlar hakkında az çok fikir sahibi oluyoruz. Bu bölümde, musikiye aşık ama aynı zamanda cesur ve atik olan Davut’un Neva adında bir güzele tutuluyor, ancak güzelimize musallat olmuş bir de hayaletimiz var.
İkinci bölüm olan Dügahta ise, Davut’un ikizi olan sessiz sedasız mülayim Eflatun’un, kendisinden başka kimsenin duyamadığı bir ıslığı duymaya başlamasıyla yüzüne nur inerek iç huzuru bulması ve bu ıslığın peşinde, yolunun Mevlevihane’ye çıkması anlatılıyor.
Burada kitaptan çok hoşuma giden bir sözü alıntılamak istiyorum;
Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'gel' dememiz değil, ayrıca onların sana 'Git' demeleri. Hiç kimseye 'kötüdür' deme.  Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.

Yazar özellikle bu bölümde, resmen sizi bir İstanbul turuna çıkarıyor. Öyle güzel betimlemeler yapıyor ki, sanki siz de Eflatun’un yanında dolaşıyorsunuz. Özellikle bu bölüm insanda, yazarın İstanbul’un kent tarihi hakkında fazlası ile bilgisi olduğu izlenimini bırakıyor.
Üçüncü ve son bölüm olan Segah’ta ise, kelimenin tam anlamıyla işler çığırından çıkıyor. Hayalet mi dersiniz, çalgıcıları öldüren seri katil mi, tağut mu yoksa peygamber olduğunu iddia ediyor diye linç edilen ney ustası mı? Ne ararsanız var anlayacağınız. Şimdi tüm bunların bir biri ile bağlantısı ile ne diyebilirsiniz. İşte o da kitabın gizemi ve güzel yanı. Çünkü son bölüme kadar kafanıza oluşan ve birbiri ile bağlantılarını çözemediğiniz karakter yâda olayların hepsi,  Segah’ta cevap buluyor. Kitapta çok fazla karakter var ancak, bana kalırsa yazar ustalıkla hepsini birbirine bağlamayı çok güzel becermiş.
Başta da, söylediğim gibi, kitabın baş rolünde aslında musiki var. Kimisi musikiye düşman, kimisi aşık, kimisi aşkı onda bulmuş. Ve tüm bunların hepsi, Osmanlı İstanbul’unda geçen bu fantastik ve mistik hikayede çok güzel yer bulmuş.

İyi Okumalar  * * * *

Kitap hakkında açık olmayan ipucu içerir, ona göre okuyun yada okumayın :)


Kitap ile ilgili son söyleyeceğim şey, kitabı okurken muhakkakı sizde bazı simgelemeleri fark edeceksiniz. Çünkü bazıları çok açık, bazılarını ise benim gibi okurken kaçırabilirsiniz. Mesela Eflatun’un İstanbul sokaklarında dolaşırken karşılaştığı insanlara dikkat etmek gerekebilir. Bu yedi karakterin hepsi  “bir şeyi” temsil ediyormuş. –muş diyorum çünkü ben okurken fark edemedim, fark edip paylaşanlardan okudum. Aslında yazar, tek bir konuyu ve onunla doğrudan ilgili şeyleri simgelemiş. Bu nedenle, kitaptaki her bir karekterin de bir şeyin simgesi olduğunu varsaymanın da çok zorlama olduğunu düşünüyorum, hatta bu nedenle kendi inançları yada ideolojileri nedeniyle çok saçma varsayımlar çıkaran insanların yorumlarını da okudum. 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder